Saat 17:40
İş çıkışı güzel bir hava,
-
Kanka balığa gidelim mi ?
-
Ne balığı olm
-
Gidelim işte, zaten moralim bozuk bizim bebek
ameliyat oldu, deniz havası alıp stres atmak istiyorum.
-
Valla bilmiyorum
-
İyi kardeş sen bilirsin
-
Belki yürüyüş yamak için seninle inerim sahile
-
İyi ararım seni
-
Tamam
Saat 17:50
Mutfakta aya üstü ;ekmek arası peynir ve birazda ahududu reçeli, bir
bardak da su tamam karnım doydu.
Saat
17:55
Av malzemelerini ayarla sırt çantasına doldur.
Saat:18:03
-
Alo ,
-
Efendim Arap daşş…..
-
Lan oğlum bi adam ol ya..
-
Ne var lan
-
Lan, neyse ben hazırım sen gelecen mi?
-
Yok baba ben daha yemek bile yemedim
-
İyi kardeş ben inecem bi sahile
-
Tamam kardeş görüşüz bende koşuya giderim
birazdan
-
İyi hadi görüşürüz.
Yürüdüm mavi boyalı, eski, eğitim binasının yanında geçerek sahile doğu ilerlemeye
başladım. Basket sahasında çocuklar tek pota maç yapıyorlardı, yaz olsa basket
sahasındaki zıp zıpta heyecanla zıplayan çocuklar olurdu. Ama henüz açılmamıştı
zıp zıp. Yürümeye devam ettim. Ağaçların arasından, lojmanların bahçesinden
geçip ilerliyordum. Kendimi iyi hissediyordum. Hava güzeldi.
Yürüdüm, yürüdüm yaklaşık 3,5 km
yürüyüp ormanın kıyısına vardım. İnsanlar orman kenarındaki parke taşlı yolda
yürüyüş yapıyorlardı. Ama spor kıyafetleri ile değil gündelikçi kadın kılığında
bir sürü kadın vardı sağda solda. Zaten burada yaşamaya başladığımdan beri
alışamadın onlara neyse, ormanın içinden geçip cüruf sahasına doğru gitmek
istedim ( orada daha fazla balık olduğunu duymuştum ) ama yolu bilmiyordum
orman içinde kaybolabilirdim. Sahile her zaman indiğimiz yola doğru yürümeye
başlamıştım ki 15-16 yaşlarında genç bir çocuk ormanın içine doğru girdi. Tamam
dedim yolu buldum, çocuğu yakalamak için hızlandım, daracık bir patikadan
ormanın içine girdim 7-8 metre gitmiştim ki yol ikiye ayrıldı, soldakini seçtim
ilerledim nispeten daha geniş bir yola çıktım ama çocuk yoktu , bu sefer sağa
doru gittim çocuğu gördüm. Sıkışmış tuvaletini yapıyordu, beni görünce tedirgin
oldu, uzaktan işini bitirmesini bekledim. İşini bitirdi sevecen bir edayla ona
yaklaştım.
-
-Merhaba
-
- Merhaba
-
Buradan sahile gidilir mi
-
Gidilir abi bu yolu dümdüz izle denize inersin
-
Hmm sen nereye gidiyorsun
-
Benim abimler balıktaymış onların yanına
gidiyorum
-
İyi beraber yürüyelim bari bende yolu öğrenmiş
olurum
-
Olur abi
Beraber 500 metre gitmiştik ki yarı yolda abisi geldi abisi
ile konuşmaya başladılar.
Bende
-
iyi ben ineyim bari dedim;- nerden ineceğim dedim
-
abi biraz ileriye git kayaların üstüne çıkarsın
zaten dedi ( demez olaydı)
İlerledim,
karşıma demir yolu
çıktı demir yolunu geçip biraz daha ilerledim, lanet olası yol tekrar iki ye ayrıldı,
seçim yapmadan önce
dönüş yolumu kolay bulmak için çalışların arasında bulduğum pet şişeyi görebileceğim
bir yere diktim. Sola doğru giden patikayı seçtim ve ilerledim tekrar yerde
bulduğum pet şişeyi görebileceğim bir yükseklikteki dala astım ve ilerledim. Bu
sefer yol bitti, karşımda dikenli çalılar, kocaman kayalar vardı.(sonradan o
çalıların bitimin de inilmesi imkansız 5-6 metrelik uçurum olduğunu gördüm) Sanırım
yanlış yol dedim ve geri döndüm ve yanlış seçim yaptığım için kendime kızdım.
Havanın kararmasına yarım saatten az bir zaman vardı ve ben daha sahile iniş
yolunu bulamamıştım. Ters yönde ilerleyeme başladım cüruf dağlarına ulaştım
sahil aşağıdaydı.(ben artık oraya ölüm çukuru diyorum) O kadar yüksek ve dik bir tepe olduğunu
sonradan acı bir şekilde öğrenecektim ama daha olayın başlangıç aşmasındaydım.
Başka hiçbir yerden güneş o kadar
güzel görünemezdi, güneş ufuk çizgisine yaklaşmış, kızıl saçları bulutların arasından
denizin üzerine düşüyor, dalgalar ile adeta sevişiyordu. Bu güzel manzara
karşısında kayıtsız kalmak mümkün değildi. Öyle ki; aralarında duygusal anlamda
hiçbir şey olmayan erkek ve kadını bu tepeye getirsek eşsiz manzara karşısında
birbirlerine aşık olurlardı.
Bir süre manzarayı izledim, sağa
sola baktım aşık olunacak kimsede yok, eee ne duruyorum şuradan aşağıya ineyim de
güneş batana kadar bir iki tane olta atayım dedim (demez olaydım)
Kenara geldim ve keşif yapmaya
başladım dağın bazı yerlerinde çatlaklar oluşmuştu ve bazı ayak izleri vardı, yada
ben öyle zannettim. Sırtımda çantam elimde kamışım ( rat da denir) yukarıdan
kendime iniş rampası seçmeye çalışıyordum. Büyükçe bir kaya aldım ve yamaçtan
aşağıya attım hızla aşağıya yuvarlandı toprak yakması falan yoktu. Gözüme bir yer kestirdim ve yamaca doğru
yaklaştım, seçtiğim yerin sahile ulaşan kısmında küçük bir araç lastiği vardı. Eğer
kayarsam lastik beni tutar diye düşünerek kendimi yavaşça rampadan bıraktım. Eğimin
bu kadar fazla olduğunu yaşayarak öğrenmek ne fenaymış. Ayağımın altında
milyonlarda misket varmış meğer ve bunlar beni bekliyorlarmış. Basmam ile
birlikte; geldi lan ipne deyip aşağıya doğru fırlattılar beni, durmaya çalışıyorum ama ne mümkün, dengede
durmak imkansız ellerimi koydum olmadı, popomu koyarsam dururum dedim
(demez olaydım) popomu koyunca daha da hızlandım yuvarlana yuvarlan
lastiğe yaklaştığımı gördüm,(amma da ileri görüşlüyüm kendimi iyi ki garantiye
almışım) en azından lastik beni tutarda sahildeki kayalara sert düşmem diye
düşündüm. Yukarıdan küçücük görünen lastiğin iki metreden büyük bir iş makinesi
lastiği olduğunu kafamı vurmadan önce fark ettim. Gözümü açtığım da lastiğin
içine buldum kendimi, çantam bi yerde kamışım bir yerde. Ama ne hikmetse
gözlüğüm gözümdeydi. Yavaşça doğruldum, ellerim parçalanmış, dizlerimde
kanıyordu. Bir anda şoktan çıktım. Denize baktım kızıl saçlı hatunun ufuk
çizgisinde kaybolması an meselesiydi.
Etrafıma baktım bir çukurun içindeydim adeta ; arkamda misketlerden
oluşan ve çıkılması imkansız bir dağ ( keşke çıkmayı denemeseydim) solumda 5-6 metrelik çıkılması imkansız bir
kaya tabakası , sağımda deniz ve önümde devasa kaylardan oluşan bir sahil
şeridi vardı.
Hava kararmadan çıkış yolunu bulmam lazımdı eğer hava
kararırsa durum felaketle sonuçlanabilirdi. Beni yakında tanıyan her kez bende
panik atak olduğunu bilirdi. Ve bu illet kendini göstermeye başlamıştı. Sahil
şeridinden çıkabilirim dedim koştum kayaların üzerine çıktım ilerledim, bir , iki
üç orda kaldım çünkü kayalar ile ana kara arsında lanet olası bir boşluk vardı
ve benim orayı aşmam imkansızdı. Panik artıyordu, kalp atışlarım hızlanıyor
beyim bana oyun oynuyordu, iğrenç bir duyguya kapıldım, sağlıklı
düşünemiyordum. Tekrar geri döndüm
indiğim yerden çıkabilirdim. ( bok çıkarsın) o kadar dik bir yamaca çıkmak,
hele de ayağının altında binlerce misket varken akıllı adam işi değildi. Tabiki
bende doğru olanı yaptım,
Bir ,iki, üç, dört adım ve durdum. Önümde daha 10-12
metrelik bir yamaç daha var, yavaş hareket etmeye çalışıyorum. Destek almak
için kamışı yere saplamaya çalıştım ama imkânsızdı alt tabaka çok sertti. Destek
almadan yukarı çıkmalıydım. Tekrar hamle yaptım bir adım, iki adım derken… o misketler bu sefer daha acımasızdı ve beni
arkaya doğru fırlattılar. Yere ilk çarpan yerimin sırtım olduğunu hatırlıyorum
sonra ayaklarım….
Tekrar yerdeydim ama
bu sefer daha çok yara almıştım. Sol ayağımın kopmuş olduğunu ve benden 4-5
metre ilerde durduğunu görünce paniğim daha da arttı. Allahtan Anneeeee diye
bağırmadan önce ayağıma bakmak aklıma geldi de karşıdan bana bakan şeyin
ayakkabım olduğunu anladım.
Şimdi paniğime birde çaresizlik eklenmişti, soluğum kesik
kesik çıkıyordu, boğazım kurumuştu, sağlıklı düşünmek bir yana, oradan bir an
önce kurtulma düşüncesinden başka bir şey düşünemez olmuştum. Ayağa kalkmam ile
yere düşmem bir oldu sol ayakkabım boşuna yerinde çıkmamıştı, çıkarken ayak
bileğimde yerinde çıkarmıştı anlaşılan, şimdi birde sakatlık eklendi bu güzel
durumuma. Ohhhhh
Denize baktım, artık kızıl saçlı dilberin sadece yarım
dairesi görünüyordu
Sonum gelmişti, soluk alamıyor, yutkunamıyordum, kalbim parçalanmış avuçlarımda çarpıyordu, (tabi buna çarpmak denirse)
Zar zor doğruldum sekerek ayakkabıma doğru ilerledim, acılar
çekerek giydim.
Paniğim öğrenilmiş çaresizliğe doğru giderken
Sahil şeridinden başka gidecek yerim olmadığını kısa yoldan
öğrenmiştim.
Sahil şeridinde ilerledim kayaların üzerine çıkmaya
çalışıyordum, sakat ayağımla zor oluyordu ama orada kalamazdım, beynim bir ağaç
kurdunun ağacı yavaş, yavaş kemirdiği gibi beni kemiriyordu, çıkmalısın,
çıkmalısın, çıkmalısın….
Kayaların üzerine çıktım, birinden diğerine birinden
diğerine derken ana karaya doğru yaklaştım bir yerde ana kara ile kayalar
arasının çok yakın olduğunu gördüm, yeni kopmuş bir kayaydı fazla ayrılmamıştı.
Üzerine çıktım artık ana karadaydım, dikenli çalıların arasında kurtuluşuma ilerledim.
(bana ipekten bir yol gibi geliyorlardı)
İndiğim patikaya gelmiştim ve o tren raylarını gördüm de
yeniden doğmuştum. O ana kadar ağrımayan sol ayağıma şimdi basamıyordum. Ama işin
zoru bitmişti
Saat 18:56
Telefon et……………..
cevap yok
Saat 18:57
Telefon çal…
-
Kardeş naptın tuttun mu baklıkları
-
Vay balığının da anasını avrandını…
-
Ne oldu lan
-
Hayatım kaydı olm
-
Ne oldu
-
Düştüm ayağımı burktum kardeş
-
Hadi ya olm sen nede ikide bir düşüyorsun.
-
(vay senin sorduğun sorunun)
-
Halimi görsen acırsın lan
-
Valla kardeş bende çoraplarımı yıkıyordum
-
-
Neyse kardeş ben lojmana geldim zaten
-
Yarım ağız “lan arasaydın gelir alırdım seni
arabayla”
-
Sağol kardeş bilmezmiyim.
-
(ipne)…
Saat 19:06
ahhhhhhh ayağımmmmmmmm
Saat 20:00
bi daha balığa gidersem…..
Saat:23:14
Ayak morar ve davul gibi şiş......